Mikrobiyota Nedir?
Mikrobiyotik, bitkilerden hayvanlara kadar incelenen tüm çok hücreli organizmalarda bulunan "komünal, simbiyotik ve patojenik mikroorganizmaların ekolojik bir topluluğudur" Mikrobiyota bakteriler, arkealar, protistler, mantarlar ve virüsler dahildir. Mikrobiyota konaklarının immünolojik, hormonal ve metabolik homeostaz için çok önemli olduğu tespit edilmiştir. Eşanlamlı mikrobikom terimi ya bir çevresel nişte bulunan mikroorganizmaların ya da mikroorganizmaların kendilerinin ortak genomlarını tanımlamaktadır.
Mikrobiyata terimini ilk kez, 1958'de Nobel Tıp Ödülü’nü kazanan ABD’li Joshua Lederberg kullandı. Mikrobiyota; vücudumuzda yaşayan mikroorganizmalar sistemini, milyarlarca mantar, bakteri ve tek hücrelilerden oluşan, hayati öneme sahip, çok hassas bir süper organı anlatıyor. Her insan, bünyesinde iki kiloya kadar mikrop taşıyor. Mikrobiyotanın nasıl işlediği ise henüz büyük bir bilinmeyendir.
Mikropların Görevi Ne?
Enfeksiyonlara da sebebiyet verebiliyorlar, fakat bu minicik ‘hayat arkadaşlarımız’ sindirim sisteminde hayati öneme sahip vitaminler oluşturuyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor, hastalık oluşturan bakteri ve mantarlara karşı savaşıyorlar. Cilt üzerinde de zararlı mikroplardan koruyucu görevler üstleniyorlar.
Mikrobiyota konaklarının immünolojik, hormonal ve metabolik homeostaz için çok önemli olduğu tespit edilmiştir.
Kanserle İlişkisi
Kolon ve rektum, sindirim sisteminin kalın bağırsak denilen kısmını oluşturur. Son 20 cm’lik kısmı rektum, buradan ince bağırsaklara kadar olan kısmı ise kolon olarak adlandırılır. Toplam yaklaşık 1,5 m uzunluğundadır. Kısmen sindirilmiş gıdalar ince bağırsaktan kolona gelir. Kolon su ve mineralleri besinden ayırır, geri kalanı anüsten atılmak üzere depolar.
Kolondan başlayan kansere kolon kanseri, rektumdan başlayan kansere rektum kanseri denir. Dolayısı ise genel olarak hem kolon kanseri hem de rektum kanseri birlikte kolorektal kanser olarak isimlendirilir. Kolon ve rektum kanserleri bu organların iç yüzeyini örten tabakayı oluşturan hücrelerden gelişir. Ülkemiz istatistiklerine göre kolorektal kanserler hem bayan hem erkeklerde en sık görülen üçüncü kanserdir. Yani ülkemiz için oldukça önemli bir sağlık sorunudur. Kolorektal kanserler hastalığın erken evrelerinde çoğunlukla herhangi bir şikayete neden olmaz veya belirti vermez. Erken teşhiste en etkili yöntem kolonoskopidir. Yapılan çalışmalar, bağırsak mikrobiyotasının incelenmesinin kolorektal kanserin değerlendirilmesi için çok önemli rol oynayacağı belirtiliyor. Kolon mikrobiyatasının, epitel (bağırsak iç yüzeyini döşeyen) hücrelerin değişmesi ve çoğalması, biyoaktif ürün sentezi ve bağışıklık sistemini etkilemesi ile kolorekral kanserleri tetiklediğini saptanmıştır.
Kolorektal kanserlerin oluşmasıyla ilişkili faktörlerin başlıcaları; beslenme, genetik mutasyonlar ve iltihabi bağırsak hastalıklarıdır. Beslenmenin hastalık için en önemli tetikleyici faktör olduğu artık bilinmektedir. Ülkemizde kalın bağırsak kanserlerinin sık görülmesi, aslında beslenme tarzımızın çok da sağlıklı olmadığının göstergelerinden biridir.
Bağırsak mikrobiyotası, antibiyotik kullanımı ve kötü beslenme alışkanlıklarından direk etkilenir ve kolorektal kanserler de dahil olmak üzere bir çok hastalıkla ilişkilidir.
Beslenme Önerisi ;
1. Yoğurt ve fermente yiyecekler (tarhana, boza, şıra, sirke, fermente süt ürünleri) gibi probiyotik besinlertüketilmeli.
2. Egzersizin sağlıklı bağırsak mikrobiyotasını desteklediği yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Hareketsiz kalınmamalı, spor bir yaşam tarzı olmalı.
3. Lifli gıdalar bağırsaktaki faydalı bakterilerin çoğalmasına yardımcı olurlar. Lifli gıdaların tüketimine özen gösterilmeli. Bağırsaklarımızın temizlenmesi ve yenilenmesi açısından lifli gıdalar tüketilmeli.
4. Dünya genelinde antibiyotiği en yoğun kullanan ülkelerin başında geliyoruz. Gereksiz antibiyotik kullanımının önüne geçilmeli. Antibiyotiklerin bağırsak mikrobiyotasına uzun süreli olumsuz etkileri vardır!
5. Paketli, doğal olmayan, işlenmiş, gıdalardan uzak duralım. Bağırsak mikrobiyotamızı zamanla bozar.
Bağışıklık Sistemi
Bir konukçu ile onun mikrobiyoteri arasındaki simbiyotik ilişki memelilerin bağışıklık sistemini, böcekleri, bitkileri ve su organizmalarını şekillendirir. Birçok hayvanda, bağışıklık sistemi ve mikrobiyot kimyasal sinyaller alışverişinde bulunarak "çapraz konuşma" yapmaktadır. Bu, yararlı bakterilerin işlevlerini yerine getirmelerine izin verirken, bağışıklık sisteminin konakçıya zararlı olan bakteri türlerini tanımasına ve bunlarla savaşmasına izin verir; mikrobiyotikler ise bağışıklık tepkisini ve hedeflemeyi etkiler. Bakteriler anneden çocuğa doğrudan temas yoluyla doğumdan sonra veya yumurta, ve diğer yollardan dolaylı temas yoluyla aktarılabilir. Bebek mikrobiyomu kurulduğunda, komensal bakteriler bağırsaklara çabucak nüfuz ederek bir dizi bağışıklık tepkisi uyandırır ve bağışıklık sistemini uzun süreli etkilerle "programlar". Bakteriler bağırsak mukozasıyla ilişkili lenfoid dokuyu uyarabilir, bu da dokunun bağırsağa girebilecek patojenler için antikorlar üretmesini sağlar.
İnsan mikrobikomu, bağırsaklardaki toll benzeri reseptörlerin (TLR'lerin) aktivasyonunda rol oynar, tehlikeleri tanımak ve hasarı onarmak için kullanılan kalıp tanıma reseptör konakçı hücrelerin bir türüdür. Patojenler bu bir arada bulunmayı etkiler, hastalıklar, immün tolerans ve otoimmün hastalıklar dahil olmak üzere bağışıklık bozukluğuna neden olurlar.
Endokrin Sistem
Bağırsak mikrobiyoteri, deniz anaları, böcekler ve deniz kestanesi gibi tiroid folikülleri olmaksızın phyla'yı da etkileyen, triiodotironin ve eksojen iyodotironinler gibi tiroit ile ilişkili mikro besin maddeleri ve endojen iodotironinlerin metabolizmasıyla etkileşime girebilir iyodotironin ile indüklenen metamorfoz tüm kordadların atalarının bir özelliğidir.
Microbiyota, çiftleşmede bir meyve sineği cinsiyet tercihini etkileyebilir. Safkan Lactobacillus plantarum kültürleri ile sinekleri enfekte etmek, L. plantarum'un kütiküler hidrokarbon cinsiyet feromonlarının sinek seviyelerini değiştirebileceği gibi belirli bir çiftleşme tercihi oluşturmuştur.
Metabolizma
Yetişkin mikrop içermeyen fareler obez farelerin bağırsak florasına kolonize edildiğinde, monosakkaritlerin ve kısa zincirli yağ asitlerinin artmış bir metabolizması ile çarpıcı bir şekilde kilo alabilirler.
Bağırsak mikrobiyota’sında en azından bin farklı türden bakteri bulunuyor. Bu bakteriler bebeğin dünyaya gelişinin üçüncü gününden itibaren oluşmaya başlıyor. Mide ve ince bağırsaklar tarafından sindirilemeyen besinlerin sindirimine yardım eden, B ve K vitaminlerinin yapımını sağlayan, hastalık yapabilecek bakterilerin yerleşmesine mani olan bu bakterilerin en önemli özelliği ise bağırsak duvarında bir bariyer vazifesi görmesidir .